Millî İstihbarat Akademisi (MİA) tarafından Suriye’de yaşanan son gelişmelerle ilgili akademisyenlerin görüşlerinin yer aldığı bir rapor hazırlandı. Suriye’deki yeni sürecin bölge ülkelerine etkisi ve Türkiye’nin atması gereken adımlarla ilgili görüşlerin yer aldığı raporda, Türkiye’nin bölgesel politikalarda ‘kurucu unsur’ olabileceği belirtildi. MİA’nın ‘yazı dizisi’ şeklinde hazırladığı raporda bazı akademisyenlerin Suriye konusundaki görüşleri şöyle sıralandı:
TÜRKİYE KURUCU UNSUR
Dr. Betül Doğan Akkaş: Türkiye, İran, Rusya, ABD, Suudi Arabistan, Katar, Irak, Kürt unsurlar, Lübnan, Hizbullah ve İsrail; önümüzdeki aylarda denklemin gidişatını belirleyen taraflar olacaklardır. Türkiye’nin hâlihazırda Körfez devletleriyle ilişkilerini tekrar iş birliğine dönüştürmüş olduğu düşünüldüğünde bu bölgesel ve uluslararası denklemin doğrudan ikili bağlantıları zedelemeyeceği fakat temkinli adımlarla görüşmeler yapılacağı öngörülmektedir. Türkiye daha önce muhalif güçlere ev sahipliği yaptığı ve büyük bir Suriye diasporası hafızası olduğu için bu noktada alacağı inisiyatif, riskleri ve sorumlulukları eş zamanlı getirmekle beraber Ankara’nın yeni bölgesel politikada kurucu bir unsur olmasını da sağlayabilir. Özellikle savaş sonrası Suriye iç politikasının Türkiye için istikrar odaklı bir tutuma evrilmesi, yıllardır sınırda yaşanan güvenlik risklerini azaltacaktır.
“RUSYA MEVZİ KAYBETTİ”
Dr. Muhammet Koçak: Esed rejiminin çöküşü, Rusya ve Türkiye’nin bölgesel dengeler üzerindeki stratejik hesaplamalarını yeniden şekillendirmiştir. Rusya; Suriye’yi, Batı’ya karşı direnç geliştirdiği ve uluslararası sistemdeki statüsünü pekiştirdiği bir alan olarak görmüştür. Ancak rejimin hızlı bir şekilde çökmesi; Moskova’nın Orta Doğu’daki nüfuzunu zayıflatmış, uluslararası arenadaki güvenilirliğini sorgulatmış ve Batı ile güç mücadelesinde önemli bir mevzi kaybına yol açmıştır. Tartus ve Hmeymim üslerinin geleceği üzerindeki belirsizlik ise Rusya’nın bölgedeki uzun vadeli askerî varlığını risk altına sokmaktadır. Buna rağmen Moskova’nın sahada tamamen etkisiz hâle gelmesi beklenmemektedir. Özellikle muhalif gruplarla diplomatik temaslarını sürdürerek alandaki varlığını bir şekilde korumaya çalışması muhtemeldir.
Şİİ GRUPLAR ÜZERİNDE PROVOKASYON YAPILABİLİR
Dr. Hakkı Uygur: Birçok uluslararası uzman ve gözlemciye göre Baas hükûmetinden sonra yaşanan gelişmelerin en büyük kaybedeni, 13 yıl boyunca yüz binlerce sivilin öldürülmesinde suç ortağı olan Tahran yönetimidir. Şüphesiz İran, finansal, diplomatik ve askerî destek verdiği hükûmetin bu kadar hızlı bir şekilde düşmesini beklemiyordu. Şu ana kadar Tahran’dan gelen tepkilerden anlaşılan husus, İran’ın en azından bir süreliğine herhangi bir keskin adım atmayacağı, bekle gör politikası izleyeceği yönündedir. Türkiye’nin bu süreyi iyi değerlendirmesi, muhalifler üzerindeki etkisini kullanarak Şii veya Nusayri azınlığa karşı muhtemel şiddet eylemlerini dizginlemesi faydalı olacaktır.
DİYALOG SÜRDÜRÜLMELİ
Mutlak mağlubiyet psikolojisi altındaki ülke, Irak’taki silahlı Şii gruplar üzerinden çeşitli provokasyonlara girişebilir. Bunun engellenmesi için Ankara’nın, Tahran’ın Suriye’deki meşru çıkarlarının korunacağı garantisi vermesi önemlidir. İsrail’in askerî operasyonlarını Irak ya da İran içinde devam ettirip ettirmeyeceği şu an için belli değildir. Doğru adımların atılması hâlinde Tahran’ın Irak’ta Türkiye’nin önüne koyduğu engeller bertaraf edilebilir, İran’ın Suriye kaybını unutması hızlandırılabilir. Ankara bu hususta Suudi Arabistan gibi Arap ülkelerini sürece dâhil etmeli; bir “kaybedenler kulübü” oluşmasına izin vermemelidir. Rusya’dan ABD’ye, İsrail’den İran’a farklı aktörlerle diyalog sürdürülmeli ve Suriye konusu, ülkenin yeniden inşası ve katılımcı siyasi sürecin oluşturulması gibi temalar üzerinden ilerlemelidir. Aksi takdirde silahlı grupların kendi aralarında çatışması ya da bazı bölge ülkelerinin oyun bozucu davranışlar içine girmesi, Suriye’yi yeniden bir şiddet sarmalı içine itebilir.